30 Ekim 2020’de İzmir'de yıkıma yol açan 6,9 büyüklüğündeki depremde hasar gören yaklaşık 80 bin mesken için hala çözüm bulunamadı. Bayraklı Belediyesi ve İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin 2021 yılında Bayraklı ilçesine ilişkin aldığı emsal artış kararları hakkında İzmir 5. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verdi. Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği'nin (TMMOB) itirazını haklı bulan mahkeme, söz konusu 1/1000 Ölçekli Uygulama İmar Planı Plan Notu'nun hukuka aykırı olduğuna ve telafisi güç zararlara neden olacağına hükmetti.

“EMSAL ARTIŞIYLA KENT SUÇU İŞLENİYOR”

Bayraklı Belediye Başkanı Serdal Sandal'ın, mahkeme kararına tepki göstererek karara itiraz edeceklerini ve emsal artışında ısrarlı olduğunu açıklamasından sonra tartışmalar daha da alevlendi. TMMOB temsilcileri kamuoyu açıklaması yaptı. TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Aykut Akdemir'in seslendirdiği açıklamada, Bayraklı Belediye Meclisi ile İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi üyelerinin, söz konusu emsal artış kararlarıyla kent suçu işleyerek açıkça İzmir'e ihanet ettiği ifade edildi.

“DEVLET BİNALARI BEDAVA YAPSIN”

Emsal artışı yaklaşımının bilim, teknik ve hukuka aykırı olduğu, AKP İktidarı politikalarından hiçbir farkı olmadığının belirtildiği açıklamada, belediye yönetimlerinin depremzede vatandaşları müşteri yerine koyduğu ve müteahhitlerin insafına terk ettiği öne sürüldü.

TMMOB, depremde yıkılan veya hasar gören binaların yerine devletin yenisini bedava inşa ederek vatandaşa teslim etmesi gerektiği görüş ve çağrısını tekrarladı. Açıklamada, deprem ve sonrasında yaşanan mağduriyetlerin sorumlularının bilimle inatlaşan yöneticiler olduğu ifade edildi, diğer yandan meslek odalarının hedef gösterilmesi eleştirildi. Belediyelerin, yaşanan afet ve acılardan gerekli dersi çıkarmadığının görüldüğünü vurgulayan TMMOB, “Bilimle inatlaşmanın sonu felakettir” diyerek, sorunların çözüm yolunu bir kez daha anlattı. TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu'nun açıklamasında şu ifadeler yer aldı:

“AÇIKÇA İZMİR'E İHANET EDİLDİ”

1 Mart 2021 tarihinde onaylanan plan notuna ek olarak parsel bazında yüzde 20, ada bazında yüzde 30 verilen emsal artışının teknik olarak tartışılacak bir tarafı bulunmadığını İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi Üyelerinin tamamı bilmektedir. Getirilen emsal artışları ile toplamda mevcuda ek yüzde 50-60 bağımsız birim artışına gidilmiş ve dolayısıyla nüfus artışı yapılmış, yapılan bu artış ile açıkça İzmir’e ihanet edilmiştir.

Üstelik yapılan bütün bu artışlar jeolojik-jeoteknik etüt verileri plan kararlarına yansıtılmadan yapılmıştır. Bu kararın altına imza atan belediye başkanları ve meclis üyeleri herhangi bir bilimsel çalışmaya dayanmadan kentimizde yaşanması muhtemel afetleri, felakete dönüştürecek bir suç işlemişlerdir.

“BİLİMSELLİKTEN VE KAMUCU YAKLAŞIMDAN UZAK”

Bu kararın altında imzası bulunanların, İzmir'de trafik sorunu olduğundan, koku sorunu olduğundan, altyapının yetmediğinden bahsetmeye ve doğabilecek bir zarar halinde doğal afeti gerekçe göstermeye hakkı yoktur, çünkü bizzat sorumludurlar.

Tamamen mali koşullara dayalı, kent bütününü ve kentin uzun vadeli çıkarlarını gözetmeden yapılan emsal artışı ile depremin etkilediği bölgede yeni konut inşa etmeye dayalı yaklaşımın, bilimsellikle, kamucu yaklaşımla uzaktan yakından ilişkisinin olmadığı açıktır.

“EMSAL ARTIŞ KARARININ AKP POLİTİKALARINDAN FARKI YOK”

İzmir, bugün için yoğun trafik problemine ilave olarak küresel iklim değişimine bağlı su ve enerji gibi problemleri yakın gelecekte yaşayacak illerimizin başında gelmektedir. Hal böyleyken; emsal artışları ile planlama, mimarlık, mühendislik disiplinlerinin her birini göz ardı eden, deprem bölgesindeki mülkiyet sahiplerini ve kenti, ana aktörün müteahhit olduğu piyasa koşullarına teslim eden belediye başkanları ve meclis üyelerinin, 11 Ekim 2021 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi'nde almış oldukları karar, açıkça bir kent suçudur.

Bu karar açık şekilde piyasacı bir yaklaşımdır ve iktidar partisinin 20 yıldır kentsel alanda uyguladığı politikalarından hiçbir farkı bulunmamaktadır.

“KENT SUÇUNA ORTAK OLAMAYIZ”

İşte tam da bu nedenlerle işlenen suçun karşısında sessiz kalmamız, suça ortak olmak anlamına gelecektir. Toplumcu ve kamucu çözümler yaratmak yerine, TMMOB'u İzmirliler’in vicdanına havale ettiklerini söyleyenleri, vatandaşları otobüslerle meslek odalarının önüne taşıyıp hedef gösterenleri, meslek odalarını gizli ittifakın parçası olmakla suçlayanları, bilim gerektiğinde taviz verir diyenleri, eline A4 kağıt alıp plan çizmeye kalkanları gayet iyi tanıyoruz. Unutulmasın ki, TMMOB, toplumun ortak yararını içermeyen, günü kurtarmaya dönük, aklı ve bilimi hiçe sayan uygulamaları her türlü baskıya rağmen geçmişte kabul etmemiştir, bugün de etmeyecektir.

“BİLİMLE İNATLAŞMANIN SONU FELAKETTİR”

6 Şubat 2023 depremlerinin kentlerimizde yarattığı can kayıpları ve yıkımlar, bilimle inatlaşıldığında ne kadar acı felaketlerle sonuçlanacağını bizlere bir kez daha göstermiştir. 6 Şubat depremleri sonrasında İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından hazırlanan Ön İnceleme Raporunda “Kentsel dönüşüm/yenileme çalışmaları, mevzi, parçacıl ve mevcut kentsel dokudaki riskleri artıran ‘salt emsal artırımına dayalı kaynak yaratma' yaklaşımı terk edilmelidir. Kentsel dönüşüm projeleri, üst ölçekli planlar ile uyumlu olarak yürütülmeli ve alternatif finansman modelleri gözetilerek kurgulanmalıdır” şeklindeki tespiti uyarılarımızın, halkımızın can güvenliğini korumak, sağlıklı ve güvenli kentlerde yaşamasını istemek dışında da bir anlam taşımadığını göstermektedir.

6 Şubat 2023 depremlerinin yarattığı yıkımın yaralarını sarmak amacıyla TMMOB olarak; afetlere karşı dirençli, güvenli ve sağlıklı kentlerin yeniden inşa sürecinde idarelerce yapılması gerekenler hakkındaki görüşlerimizi 20.02.2023 tarihinde 18 madde halinde kamuoyuyla paylaşmış bulunmaktayız. İlgili tüm hususlar İzmir için de geçerlidir.

BİLİRKİŞİ HEYETİNDEN DİKKAT ÇEKEN EK RAPOR

30 Ekim 2020 tarihinde yaşanan deprem sonrası kentimizde uygulanmaya çalışılan akıl dışı, bilimle en ufak bir ilişkisi olmayan düzenlemelerin, halkımız için çözüm olmadığını, olamayacağını biliyoruz. Yeni afetlere kapı aralayacak yoğunluk artışına ilişkin açtığımız dava sonucunda mahkeme tarafından belirlenen bilirkişi heyetince hazırlanan 23 Aralık 2022 tarihli raporda, dava konusu işlemin toplamda 23 maddede bilime, tekniğe ve hukuka aykırı olduğu yönünde rapor hazırlamıştır.

Süreç bu aşamadayken, bilirkişi heyeti, kendisinden herhangi bir talepte bulunulmamasına rağmen 27 Aralık 2022 tarihli ek raporla emsal artışının “üstün kamu yararı” içerdiği yönündeki yeni görüşünü mahkemeye iletmişse de mahkeme tarafından ek raporda yer alan hususların kök raporda belirtilen teknik değerlendirmeye aksi bir görüş içermediği ve dava konusu işlemde kamu yararı bulunup bulunmadığı hususunda değerlendirme mahkemede olduğu gerekçesiyle bu ek rapora itibar edilmediği belirtilmiştir.

“İDARE VATANDAŞI MÜTEAHHİT İLE BAŞBAŞA BIRAKTI”

Dava konusu idari işlem 30 Ekim 2020 Ege Denizi Depreminden İzmir kentinde etkilenen ve hasar alan binaların yeniden yapılabilmesine, yani afet sonrası barınma sorununa ilişkin uygulamaya konulan “çözümler” bilimsel olarak hatalıdır. Kamu idareleri anayasanın, yasaların ve yönetmeliklerin kendilerine tanımladığı görev ve sorumlulukları yerine getirmek yerine vatandaşlarımızı müteahhit ile başbaşa bırakmıştır.

“HASARLI BİNALARIN YENİSİNİ DEVLET YAPMALIDIR”

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na göre, konut hakkının sağlanması ve gerekli tedbirlerin alınması devletin sorumluluğundadır. Ancak dava konusu işlem ile birlikte, afet sonrasında hasar alan binaların yıkılıp yeniden yapılması, serbest piyasanın işleyişine bırakılmış, mali gücü olanlar ile olmayanlar arasında bir ayrım yapılmıştır.
Ülkemizin farklı bölgelerinde yaşanan çeşitli doğal afetler sonrasında, devletin barınma hakkına yönelik politikaları, sorunun kamusal kaynaklar aktarılarak çözülmesini içermemekte, aksine, serbest piyasa koşullarında, yalnızca yeterli mali gücü olan vatandaşların yararlanabileceği şehircilik bilimine aykırı bir durumun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ne yazık ki 6 Şubat Kahramanmaraş depremleri de bunu acı bir şekilde göstermiştir.

“İDARE HAK SAHİPLERİNE MALİ YARDIMDA BULUNMADI”

30 Ekim 2020 tarihi sonrasında, İzmir ili mülki amiri tarafından bir deprem bölgesi olma niteliğini taşımaya devam eden kentte, ağır hasarlı binalar haricinde (hasar düzeyine bakılmaksızın) bütün hasar alan ya da mevzuat gereğince risk taşıyan yapıların taşınması ya da yıkılarak yeniden yapılması konusunda alınmış idari bir karar bulunmamaktadır.

Deprem açısından riskli bir bölgede bulunan İzmir'de, tehlikenin giderilmesi için alınan tedbirler kapsamında sayılabilecek “binaların mevzuata uygun olarak yeniden yapılması” hususunda, kamu yetkisini kullanmamıştır.

Dava konusu işleme konu olan, ağır hasarlı binalar haricinde kalan, ancak 30 Ekim 2020 Ege Denizi Depremi'nde hasar alan ya da mevzuata göre riskli olan binalar için, binalardaki hak sahiplerine, idare tarafından mali yardımda bulunulmamıştır. Aksine, 7269 sayılı kanunun 33. maddesinde “Konut ve konut inşası vesair yardımlar için yapılacak borçlandırmalar faizsizdir” hükmü yer almasına karşın, konut yapımında ortaya çıkacak müteahhit masraflarının, planlama ilkelerine ve mevzuata aykırı bir şekilde emsal artışı ile giderilmesi yolu seçilmiştir.

“İZMİR AFETLER KARŞISINDA SAVUNMASIZ HALE GETİRİLİYOR”

Defaatle ifade ettiğimiz üzere; mühendislik, mimarlık ve şehircilik disiplinlerini yok saymadan, bilimsel ve teknik çalışmalar aracılığıyla elde edilecek analiz ve sentezler sonucu imar planı revizyonu yöntemiyle sorunun bütüncül bir tarzda ele alınarak çözümlenmesi gerekmektedir. Ancak deprem sonrası yaşanan mağduriyetlerde kamu idarelerinin sorumluluğunun tartışılması gerekirken, çözüm olarak sunulan yoğunluk artışı ile idare bu sorumluluktan kaçınarak, kentimiz afetler karşısında savunmasız hale getirilmektedir.

“BELEDİYELERİN HATALARDAN DERS ÇIKARMADIĞININ KANITI”

Duymayanlara, duymamak için kafasını kuma gömen yetkili kurumlara bir daha hatırlatmak isteriz: Depremin yarattığı can ve mal kayıpları esasen önlenebilir veya azaltılabilirdir. Ancak bu kamu idaresinin şehircilik faaliyetlerini deprem riskini göz önünde bulundurarak planlı şekilde yürütmesi, binaların yer seçiminde, üretiminde ve kullanımında denetim hususunda aktif rol almasıyla mümkündür. Bu sayede vatandaşlar da kamu idaresi denetimine güvenerek sağlıklı ve yaşanabilir kentte yaşamlarını sürdüreceklerdir. Bu hususta kamu idaresi birinci dereceden sorumludur. Söz konusu gerekçeler dikkate alındığında kamu idaresinin deprem nedeniyle yaşanan mağduriyete yönelik uygulamaya koyduğu emsal artışı, hatalardan ders çıkarılmadığının somut kanıtıdır.

“KAMU İDARESİ VATANDAŞI MÜŞTERİ GİBİ GÖRDÜ”

Vatandaşın sorununu çözmekten uzak düzenlemeye ilişkin 20 Şubat 2022 tarihli açıklamamızda belirttiğimiz üzere; depremde zarar gören emekçi halkımızı anlıyoruz. Çünkü kamu idaresi başından itibaren emekçi halkımızın müşteri gibi görmüş ve buna yönelik uygulamalara imza atmıştır. TMMOB olarak bilimsellikten uzak, halkımızı yeni felaketlere sürükleyecek ve sermaye düzenini mutlu eden kent suçuna sessiz kalmamız emekçi halkımıza yapılacak en büyük kötülüktür.

LGS başvuruları bugün sona eriyor LGS başvuruları bugün sona eriyor

SORUNUN ÇÖZÜM YOLU

Sorunun çözümü bilimsel çalışmaların yanında ülkede uygulanan üretim politikaları ile doğrudan ilişkilidir. Sorunun çözümü gayet açıktır: Ülkemizin kamu kaynaklarının, hasta garantili şehir hastaneleri, geçiş garantili otoyollar, uçuş garantili havalimanlarına aktarılmak yerine vatandaşların sağlıklı ve güvenli kentlerde yaşaması için kullanılması durumunda kentlerimizde var olan problemlerin büyük bir kısmı çözülecektir.

Barınma hakkının temel bir insan hakkı olduğundan hareketle ülkemizde uygulanan kentsel politikalar nedeniyle konutu yatırım aracına dönüştüren kredi teşvikleri, kamu mülklerinin satışı, yabancı konut satışı, kira ve konut fiyatlarının denetlenmemesi, vergilendirmenin adil yapılmaması ve benzeri tüm iş ve işlemlerden vazgeçilmelidir.

Anayasanın 56. ve 57. maddelerinde de açıkça belirtildiği üzere tüm vatandaşlarımız için sağlıklı ve güvenli konut alanları planlanmalıdır.

Bu nedenle idarecilere, meslek odalarını hedef göstermek yerine, vatandaşları serbest piyasa koşullarına terk etmeyen, kamu kaynaklarını herkes için adil ve hakça kullanılmasını öngören gerçekçi çözümler konusunda görev ve sorumluluklarını hatırlatıyoruz.