İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik operasyonda tutuklanan eski başkan Tunç Soyer, Buca Cezaevi’nden kamuoyuna yönelik bir açıklama yayınladı. “Kentsel Dönüşüm” başlığıyla yayımlanan metinde, görevi süresince bu alanda neden adım attığını ve sürecin gelişimini anlattı.

Soyer, kentsel dönüşüm konusunda harekete geçmek için birçok gerekçesi olduğunu ancak 30 Ekim 2020’de İzmir’de yaşanan deprem gerçeğinin bu süreci sahiplenmek için yeterli olduğunu belirtti. Deprem dayanıklı bir şehir inşa etmenin önceliği olduğunu vurgulayan Soyer, İzmir Büyükşehir Belediyesi bünyesinde Deprem ve Afet Daire Başkanlığı’nın kurulduğunu ve 200 milyon TL kaynak aktarıldığını söyledi. Ayrıca Kentsel Dönüşüm Daire Başkanlığı’nın da bu yapıya bağlandığını aktardı.

İzmir’in riskli ve yaşlı yapı stoğuna dikkat çeken Soyer, kent merkezli bir depremde büyük kayıpların yaşanabileceği ihtimalinin kendisini harekete geçirdiğini dile getirdi.

Son olarak, kentsel dönüşüm sürecini sahiplenmesinin Cumhuriyet Savcılığı tarafından “dolandırıcılık” suçlamasıyla ilişkilendirildiğini belirten Soyer, hukuki savunmasının 19 Eylül’de yapılacağını ve önümüzdeki günlerde konunun insani, siyasi ve teknik yönlerini kamuoyu ile paylaşacağını duyurdu.

Soyer’in açıklaması şu şekilde:

KENTSEL DÖNÜŞÜM

Bornova’da Eros kedi kliniği açılıyor
Bornova’da Eros kedi kliniği açılıyor
İçeriği Görüntüle

“Bir işi yapmanın bir, yapmamanın bin sebebi vardır.” derler.

İzmir’de “Kentsel Dönüşüm” benim için tam da böyle bir mesele oldu. Kentsel dönüşüm süreçlerini akışına bırakmak ve bu konuda bir şey yapmamak için çok sebebim vardı. Bu sebepleri kullansam belki siyaseten eleştirilecek ama şimdi yargılanmayacaktım. Hepsini değil ama bir – iki tanesini yazayım.

1) İzBB’nin 2010 yılında başlayan kentsel dönüşüm alanlarında 2015 yılından beri ihaleye çıkılıyordu. Bunlara katılan olmuyor, İzBB de 3-5 ay sonra tekrar ihale yapıyor, yine kimse katılmayınca bu süreçler sür-git devam ediyordu. 2019’da göreve geldiğimde her alan için birçok ihaleye çıktık, sonuç aynı oldu. Ben de görev süremi pekala sonuç vermeyen bu ihaleleri yapmayı sürdürerek, “ihaleye çıktım ama kimse katılmadı” diyerek tamamlayabilirdim.

2) Konut imalatı ve kentsel dönüşüm işinin daha çok hükümetin – TOKİ’nin işi olduğuna dair toplumsal algıya yaslanarak hükümet yapsın bana ne diyebilirdim. (Galiba hala böyle düşünceler var.)

3) Pandemi ve depreme rağmen, görev sürem içinde, Metro’dan tramvaya, tarımdan turizme birçok alanda çok büyük adımlar atmıştık. Kentsel dönüşüme girişmesek, kamuoyu nezdinde görev onayı açısından büyük bir eksiklik hissedilmeyebilirdi. Ama benim vicdanımda işini yapmamış olmanın yarası ilelebet kalırdı.

Daha birçok sebep sıralayabilirim ama bir tek sebep bu işe el atmama yetti;

DEPREM.

Ben bu satırları yazarken yine deprem oldu, yine ihmaller gün yüzüne çıktı. Bu sebeple önce biraz hafıza tazelemeye ihtiyaç var.

30 Ekim İzmir depremi bildiğimiz gerçeği tokat gibi bir kez daha yüzümüze çarptı; İzmir bir deprem şehri ve maalesef yapı stoğu da çok eski. Aslında göreve başladığım ilk aylarda farkında olduğum bu gerçeklik nedeniyle İzBB bünyesinde Deprem ve Afet Daire Başkanlığı’nı kurdurmuştum. Henüz depremle yüzleşmemiştik ama depremi yaşayınca derhal bu Daire Başkanlığı’na 200 milyon lira aktarabildik ve bu Daire Başkanlığını kurarak ne kadar doğru bir iş yaptığımızı idrak ettik. İlerleyen yıllarda Kentsel Dönüşüm Daire Başkanlığını da bu birime bağlayarak bütüncül bir yaklaşım izledik.

İzmir’e 70 mil uzaklıkta Ege Denizi’nde meydana gelen bir deprem İzmir’de 118 can aldıysa, İzmir merkezli bir depremde çok daha büyük kayıplar yaşanabileceği ihtimali kabusum haline geldi. Bu düşünce ve bu kabus, deprem dirençli bir kent yaratma ve kentsel dönüşüm konusunu ilk önceliğim haline getirdi, belediyenin tüm diğer projelerinin önüne geçti.

İzmir’i dirençli bir kent haline getirme, can kurtartma “kastı” ve kararlılığı daha sonra Cumhuriyet Savcılığı tarafından “hile ve desise” ile toplumu aldatarak işlenen dolandırıcılık suçunun unsuru olarak kabul eden bir iddianame ile tutuklandım, cezaevine girdim.

Peki bu noktaya nasıl gelindi?

Olayın insani, siyasi, teknik ve hukuki 4 boyutu var.

Hukuki boyutuyla ilgili olarak, avukat arkadaşlarım, duruşma günü, 19 Eylül’de yapılacak savunmayı hazırlıyorlar. Ben burada insani, siyasi ve teknik boyutlarıyla ilgili bazı hususları 3 gün boyunca sizlerle paylaşmak istiyorum. Önce sizi sürecin başlangıcına, 30 Ekim depremi sonrasına götüreceğim. Yarın sürecin insani yani vicdani boyutunu anlatacağım.

Sağlıcakla kalın..!

İzmir 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu

Koğuş B/63

Buca - Kırklar