Zaman bilmem Zemin de bilmem
Hatta kendime de soruyorum acaba ben bu çağın kızı mıyım diye.
Benliğimin onca eşsiz yaşanmışlıklara şahit olması beni heyecanlandırıyor. Bazen öyle bir an vuku bulur ki, “ Ben bunu daha önce yaşadım ” deriz içimizden.
Benim ilk maceram herkesin bildiği Yeditepeli İstanbul ‘un Kız Kulesi ‘nde başlıyor. Evet, KIZ KULESİ ...
Kız Kulesi benim dimağımda çok farklı tezahür etmiş.
Ben NERGİS olarak tanımlanmışım, ailemin koymuş olduğu o aşk kokulu çiçeğin ismi üzerimde en zarif biçimde durmakta.
Benden daha da derin daha da öte bir BEN var içimde. Bunu bilmek güzel bir ayrıcalıktır.
O eski devirde yaşamanın heyecanı ile zaman zaman uykudan uyanıp çok düşünüyorum kendimi ve olayları ...
Jüstinyen ve Theodore ‘nın Doğu İmparatorluğunun Konstantinopolis dedikleri İSTANBUL’ unda başlamış benim ilk serüvenim. Kraliyet Ailesinden gelmem, Annemin bir Kraliçe
Babamın da bir İmparator olduğunu anımsattı. Ailemin bana vermiş olduğu yaşam biçimini hatırlamadan edemiyorum. Evvela bir prenses olarak, İstanbul ‘da Marmara’ya açılan Boğazın Sonu yani KIZ KULESİNİ hatırlıyorum. Evet, ihtişamıyla halihazırda bir prenses edasıyla var olan Kız Kulesini
Karadeniz’den Marmara’ya, Marmara’dan Ege’ye, Ege’den de Akdeniz’in o boncuk gibi harikulade köpüklü Denizine yol alan o bölgede var olan Kız Kulesini ...
Bir yılanın beni sokacağını bile bile kahinlerin verdiği talimat üzerine sevgili ailem benim için Kız Kulesini inşa ettiriyor.
İnsanlardan uzak yaşıyordum fakat hep aşkla ve sanatla nefes alıyordum. Ben onlarla da onlarsız da yaşamasını bildim herhalde.
Yaşamım bir değişkenlik idi, yaşamım kendine özgü bir macera idi .
Gözlerinizi kapayıp Beni siyah dantelli eldivenim, kırmızı ipek elbisemin içerisinde sarı buğday başağı saçlarımın denizin asiliği ile dalgalandığını düşünün lütfen.
Yalnızlık bana göre muhteşem bir duyguydu fakat benim dışımda yaşayanlar nasıl yaşardı diye hep merak ederdim. Deniz’in ortasında namütenahi bir Kule de yaşıyordum..
Ben o ismi benden aldıklarını da biliyordum...Gemiler geçiyordu yanımdan , ki o yılların Gemilerini hayal edebiliyormuşsunuz?
Cenovalıların, Maltalıların Galata Kulesini mihrak edindikleri yerde
Ben adanın orta yerinde Gemileri seyrediyorum.
Cebelitarık Boğazından ve oradan okyanusa açılan heybetli Gemileri seyretmek bana heyecan veriyordu. Çok meraklı ve biraz da ürkek bir kızdım aslında. İşte benim hikayem; St. Sophia’nın hikayesi ile başlıyor
Özel hayatım ne olabilirdi ki ...
Şiir okumak,
Sevgilimi beklemek,
Şarkı söylemek
Denizi gökyüzüne taşımak ...hepsi bundan ibaret değildi elbette. Duygularımı anlatmak yıllarımı alabilir, o kadar çok derin yaşanmışlıklar var ki
Aşk nedir?
Sevda ateşi insanı nasıl yakar?
Bir hasretle yaşadım ben, evet, Sindirella gibi, Pamuk Prenses gibi belki de .
Kime benzetirseniz benzetin ...
Denizin tuzuyla yoğurulmuş iyot kokusuyla mermer taşların arasından yosunları görür gibiyim hala .
Ah bir kırçiçeği kadar güzel bir ruhu içinde taşıyan efsunlu Sophia...
Anneme ve Babama uzak olmama rağmen, günleri ve takvimleri bilmememe rağmen tek mutlu olduğum ve bildiğim şey, o muhteşem allı şallı kıyafetimin bana çok yakıştığı. Dantelli eldivenim Sevgilimin hediyesiydi. Güneş olmadığı zaman, sisli puslu hatta yağmurlu bir İstanbul’a uyanıyordum. Yağmur damlalarıyla ve martılarla dans ediyordum.
Şu an yaşadığım bu dönemde yani 2022 yılında geçmişin ne kadar değerli olduğunu anlıyorum. Doğa kendine has özgürce yağan yağmuruyla, fırtınasıyla, dengesiyle dönüp duruyor. O günden bugüne değişen hiçbir şeyin olmadığını anlıyorum. İçimde ki tutku aynı tutku. İçimde ki sevgi aynı sevgi, içimde ki huzur aynı huzur.
İçimde ki hasret aynı hasret Güneşin çıktığı Denizin ve Gökyüzünün pırıl pırıl olduğu zamanlarda geceler boyu bütün yıldızları ezberlerdim.
Bakıyorum da
o yıllarda sevdiğim renk cümbüşü , kostümler , zerafet , doğal güzellik hala izlerini sürüyor üzerimde . Bir Melodi’dir yaşam bana göre ama hep aynı tonda çalan bir melodi değil tabii ki de İnişleri çıkışları vardır solfej gibi .
Sabahın erken saatlerini seviyorum hala. Zaman zaman yanaklarımın al al oluşunun sırrını içimde var olan bir gökyüzüne bağlıyorum. O yüzden doğayı her şeyden çok seviyorum.
Zaman zaman sanki çivi yazılarını kullanmış gibi hissediyorum kendimi.
Papirüsler üzerine yazılmış şiirler ...
Sanat evrenseldir ve bir toplumun yegâne kurtarıcısıdır.
Zaman zaman lir çaldığımı anımsıyorum. Lir çok şiirsel gelir bana ve çok güzel bir enstrüman olduğu için ellerimin arasında parmaklarım o tellere değdikçe alıp başımı gidiyordum ve ister istemez sonumu düşünüyordum. Sıra dışı bir kız olarak Kız Kulesi’nde ki sonumu. Her sonun yeni bir başlangıca gebe olduğunu iyi biliyordum. Sanki her şeyi biliyormuş gibi, sanki çok şey yaşamış gibi. Aynı günümüzde olduğu gibi ...
İnsanlar bulundukları ve yaşadıkları yere göre hayatlarını idame ettirirler. İnsan bence her yaşında güzeldir. Erkek olarak da güzeldir. Kadın olarak da güzeldir. Hani deriz ya , “ Görmek değildir önemli olan , önemli olan
Bakmaktır”
Bakarak insan en güzel şeyleri görebiliyorsa eğer o insan mutludur bence. Güzellik bakış açısında gizlidir zira.
Bir Kraliçe’nin soyundan gelen bir prensesin belki de monoton gördüğünüz hayatı ona çok görmeyin lütfen çünkü ben esasen çok mutluydum.
Özgürlüğün en uç noktalarını yakalayabildim. Tutsak etmedim sevgimi ve düşüncelerimi. Sevdim ve sevildim. Yalnızlığımla büyüdüm. O kadar yalnız ve aynı zamanda o kadar kalabalıktım ki.
Şu an da olduğum gibi.
Yalnız ve kalabalık...
Hatta şu satırları bile yazarken elimde bir kamıştan yapılmış hokka dedikleri uzun bir kalemle yazıyorum parşömen misali soluk yapraklara ...