ASAYİŞ

Tarihi davada Soyer’den savunma: Tugay’a üstü kapalı gönderme

Kooperatif davasında savunma yapan tutuklu Tunç Soyer, projelerin görev süresinin ardından Cemil Tugay yönetimince durdurulduğunu belirterek mağduriyet yaşandığını söyledi. Geçmişten örnek veren Soyer, “1989-1994 yıllarında Yüksel Çakmur, farklı partiden olmasına rağmen Özfatura’yı dolandırıcılıkla suçlamadı, kamuda devamlılık esastır diyerek inşaatları durdurmadı” sözleriyle Tugay’a göndermede bulundu.

Abone Ol

İzmir Büyükşehir Belediye eski Başkanı Tunç Soyer ve CHP İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu'nun da aralarında bulunduğu 11’i tutuklu, 65’i tutuksuz toplam 76 sanığın yargılandığı "kooperatif" davasının ilk duruşması bugün Aliağa Şakran Cezaevi Yerleşkesi’nde bulunan mahkeme salonunda görülüyor.

Duruşmada savunma yapan İzmir Büyükşehir Belediye eski Başkanı Tunç Soyer, kamuda devamlılığın esas olduğunu dile getirirken, Burhan Özfatura'nın ilk döneminde başlatılan ve Yüksel Çakmur döneminde tamamlanan kooperatif konutlarını örnek gösterdi.

Soyer'in ifadesinin tamamı şu şekilde;

“Kooperatifler Daha İyi Bir Dünya İnşa Ediyor.”

Sayın Başkan, Sayın Hakimler,

Cümle bana ait değil ama aynen katılıyorum. Birleşmiş Milletler 2025 yılını “Uluslararası Kooperatifler Yılı” ilan etmiş, kooperatiflerin küresel etkisini güçlendirmek için de bu temayı belirlemiş.

Biraz ironik belki ama; Bugün bu salonda biz kooperatifçiliği savunurken Sayın Cumhurbaşkanı “Türkiye Kooperatifçilik Stratejik Eylem Planı 2025- 2029 Programını” açıklayacak. Muhtemelen kooperatifçilik eğitimi ilkokuldan başlayarak yüksek öğrenime kadar her düzeyde müfredata girecek. Bu harika olur. Hiç olmazsa artık kimse mahkeme salonlarında kooperatifçilik ve faydalarını anlatmak, kooperatifçiliğin dolandırıcılık olmadığını savunmak zorunda kalmaz.

80 gündür hapisteyim. Neden özgürlüklerimden mahrum kaldığımı, sevdiklerimden uzaklaştırıldığımı, tek kişilik bir hücrede hayattan koparılmaya çalışıldığımı düşünüyorum.

İddianamedeki 4-5 iddianın ana hattını oluşturduğunu görüyorum. Her biri benden daha iyi hukukçular olan avukatlarım, İZBETON Yönetim Kurulu Başkanı ve üyeleri olarak, kooperatiflerle yapılan protokollerde geç imza atmış olmamızın neden hukuka uygun oluğunu, kooperatiflerle yapılan anlaşmaların neden karma bir sözleşme sayılması gerektiğini, hak sahiplerine ödenmiş ve ödenecek kira bedellerinin neden kamu zararı sayılamayacağını, neden nitelikli dolandırıcılık suçunun hiçbir unsurunun oluşmadığını gerekçeleriyle beraber takdirinize sunacaklar.

Ben de hukuku onlara bırakıp, hangi niyet ve kastla hareket ettiğimizi, hangi sosyolojik ve toplumsal hakikatler ve gerekçelerle arkadaşlarımla birlikte serbest bırakılmamızı talep ettiğimi ortaya koymaya gayret edeceğim. Sanıyorum 35 dk’yı aşmayacağım

Ankara Hukuk Fakültesi’ndeki hocamız Metin Günday’ın sözü hala kulaklarımda çınlar: “Hukuk vicdanın yazılı halidir.”

Dilerim bu çabalarımız, vereceğiniz kararın objektif, adil ve vicdani olmasına katkı yapar.

Sayın Başkan, Sayın Hakimler,

Kooperatif insanların ortak bir ihtiyacı karşılamak veya ortak bir amacı gerçekleştirmek için kendi iradeleriyle bir araya gelip oluşturduğu organizasyondur. Sayın heyet mutlaka sizin de aile büyükleriniz içinde ya da tanıdıklarınız arasında kooperatif üyesi olanlar vardır. Mutlaka kooperatiflere aşinasınız.

Ama yine de kısa bir tarihsel özet yapmak istiyorum.

İlk örnekleri Sanayi Devrimi ertesinde 1850’lerde İngiltere’de ortaya çıkmış. Bir bölüm düşünür kooperatifçiliği sosyal demokrasi ile buluştururken, bir bölümü, kapitalizm ile sosyalizm arasında bir orta yol olarak değerlendirmiş.

Aynı yıllarda Mithat Paşa öncülüğünde, Osmanlı köylüsünü tefeciden kurtarmak ve ortak finansman yaratmak için “Memleket Sandıkları” kurulmuş. Kökenlerini, geleneksel imece – ahi – lonca – vakıf temelli dayanışma kültüründen alan kooperatif hareketi, devlet destekli üretim birlikleri şeklinde gelişmiş. Memleket Sandıkları daha sonra Ziraat Bankasına dönüşmüş.

Atatürk daha Cumhuriyet ilan edilmeden hatta Kurtuluş Savaşı zaferle sonlanmadan çok önce, 27 Eylül 1920’de TBMM’ye “Kooperatif Şirketler Kanunu Tasarısını” sunuyor ve Mecliste kabul ediliyor.

Atatürk “Kooperatif şirketlerin ülkemizde de kurulmaları ve çoğalmaları milletimiz için başlı başına bir iktisadi zafer olacaktır.” diyor.

1935 yılında CHP Programı 4. Büyük Kurultay tarafından kabul ediliyor. Programın 10. Maddesi “Partimiz kooperatifçiliği ana prensiplerinden sayar, kooperatiflerin kurulmasına ve çoğalmasına önem verir” diyor.

Kooperatifçilik Cumhuriyet’in ilk yılarında önemli bir sermaye birikim biçimi olarak görülüyor.

II. Dünya Savaşından sonraki büyük yıkım nedeniyle Avrupa’da konut kooperatifçiliği devlet destekli bir politika haline geliyor.

1950’lerde Türkiye, sanayileşme ve kapitalistleşme sürecinin gelişmesiyle yoğun bir şehre göç ve gecekondulaşma gerçeğiyle yüzleşiyor.

1960’a kadar Emlak ve Kredi Bankası ile Sosyal Sigortalar Kurumu, kooperatif kredileri veriyor. Daha sonra OYAK da devreye giriyor.

1961-1980 döneminde, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu ile belediyelerin konut kooperatiflerine ortak olmasının önü açılıyor ve konut kooperatifçiliği yasal düzenlemelerle daha kurumsal bir niteliğe kavuşuyor.

Nihayet bu kurumsal altyapı ile Ankara Belediyesi öncülüğünde Kent Koop kuruluyor. 1979’da faaliyete başlayan kooperatif, Batıkent Projesini gerçekleştirip, 30 bine yakın konutun imalatını tamamlıyor.

1984 yılında 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu ile Toplu Konut Fonu oluşturuluyor. Fon, Genel Bütçe dışına alınıp, çok zengin gelir kaynaklarına kavuşturuluyor. Bu dönemde kurulan TOKİ, bu fonu kullanarak 2002 yılına kadar 950.000 konuta finansman desteği sağlıyor.

Gelelim İzmir’e; Toplu konut imalatında kooperatifçilik İzmir’in tarihinde, kültüründe önemli bir yer taşıyor. 1984-1989 tarihleri arasında Burhan Özfatura’nın ilk döneminde, Ege-Koop adıyla kurulan kooperatifler Birliği, bünyesindeki 41 kooperatif ve 8500 ortakla 8500 konutun imalatını başlatıyor.

1989-1994 yılları arasında görev yapan Yüksel Çakmur başka partiden olmasına rağmen neyse ki; Burhan Özfatura’yı dolandırıcılıkla suçlamayıp, kamuda devamlılık esastır diyor inşaatları durdurmuyor devam ettiriyor.

Sonuç olarak, 1984-2000 yılları arasında kooperatif ve İzmir Belediyesi işbirliğiyle 40.000 üzeri konut inşa edilip hak sahiplerine teslim ediliyor.

***

2002 sonrasında büyük bir değişim yaşandı. TOKİ, sosyal konut ve konut kooperatifçiliği iradesini bir tarafa bırakarak, inşaat sektörünü şekillendiren bir misyon üstlenmeye başladı. Başbakanlığa bağlı özel statülü bir kurum haline getirildi.

Kamu İhale Kanunu kapsamından çıkarıldı, Sayıştay denetiminin dışında tutuldu ve Devlet Denetleme Kuruluna tabi hale geldi. TOKİ; başlangıçta sosyal devlet misyonunu üstlenmişti ancak hayatın akışı böyle gerçekleşmedi ve bir sermaye aktarım mekanizması işlevi görmeye başladı.

Sayın Hakimler,

Bu değerlendirmeler subjektif görüşlerim değil. İki sayısal veriyle 2002-2024 tarihleri arasındaki değişimin nereden nereye vardığını, söylediklerimin nasıl gerçeğe dönüştüğünü ortaya koymak isterim.

Birinci veri: TUİK’in yayınladığı “Yapı Kullanma İzni Belgesi İstatistiklerine” göre, 2002 yılında kooperatifler tarafından imal edilen binaların sayısı toplamın %31,97’si iken yani konutların 3’te biri kooperatif eliyle yapılırken bu oran 2024 yılında %1.15’e düşmüş. Özel sektör ise 2002’de %66.71 iken 2024 yılında %93.10’a çıkmış.

İkinci veri: Yine TUİK verilerine göre, Türkiye’de kendi evinde oturanların oranı 2002 yılında %73 iken 2024 yılında bu oran %56.13’e düşmüş.

Kısaca insanlar bir yandan yoksullaşırken bir yandan da konut barınma hakkı olmaktan çıkmış, yatırım aracına dönüşmüş.

Oysa 1948’de kabul edilen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, barınma hakkını temel insan hakları arasında saymıştır. Hatta barınma hakkı diğer temel hakları altında toplayan bir “çatı” olarak kabul edilmiştir.

2019’da Belediye Başkanı seçildikten sonra daha ilk aylarda İzBB bünyesinde “Deprem ve Afet Daire Başkanlığı”nı kurdurdum. Çünkü, İzmir’in bir deprem şehri olduğunu ve yapı stoğunun maalesef çok eski olduğunu biliyordum.

Korktuğum başımıza geldi ve İzmir’e 70 mil uzaklıkta, Ege Denizi’nde meydana gelen bir deprem İzmir’de 118 canımızı aldı.Enkaz başında geçen günleri ve geceleri asla unutamadım. İzmir merkezli bir depremde çok daha büyük kayıplar yaşanabileceği ihtimali o günden itibaren kabusum haline geldi. 30 Ekim depreminden sonra bütün önceliğim Deprem ve afetlere dirençli bir kent yaratma hedefi oldu.

O dönem depremzedeleri çadırdan kurtarmak için başlattığımız “Bir Kira Bir Yuva” kampanyasıyla İzmir’de büyük bir dayanışma gerçekleştirdik ve depremzedelere nakdi destek sağladık.

Bu yeni ve yaratıcı çözümü 6 Şubat depremi sonrasında da hayata geçirdik. Ve yine belediyenin cebinden tek kuruş çıkmadan Türkiye’den hatta dünyanın her yerinden insanların katkısıyla toplanan 330 milyon lira ile 33.000 depremzede aileye nakit destek yarattık.

Deprem öncesinde, deprem sırasında ve deprem sonrasında neler yapılması gerektiği ile ilgili onlarca proje hayata geçirdik. O arada Kentsel Dönüşüm Daire Başkanlığını da Deprem ve Afet Daire Başkanlığı’na bağlayarak deprem öncelikli bir bakış açısını hakim kılmaya çalıştım.

Yapı Stoğu çalışmalarında İnşaat Mühendisleri Odasıyla, mikrobölgeleme ve depremsellik çalışmalarında 10 üniversiteden 84 akademisyenle işbirliği yaptık. İzmir’in on yıllar önce çıkartılmış fay haritalarını güncelledik.

Prof. Dr. Naci Görür hocamızın söylediği gibi her biri “Türkiye’ye örnek olan” bu hamleleri burada anlatıp vaktinizi almayacağım. O nedenle dosya konusuna, Kentsel Dönüşüm meselesine geleceğim.

Depremden 19 gün sonra 18 Kasım 2020’de İzmir Büyükşehir Belediyesi meclisi olarak 10 yıldır bekleyen kentsel dönüşüm sorunu ile ilgili tarihi bir adım attık ve oybirliğiyle yani CHP, AKP, MHP, İYİ parti oylarıyla bir Meclis Kararı aldık. Bu karar ile 6306 sayılı Kanun’un 8. Maddesi uyarınca İzBB ve belediyemiz şirketi olan İZBETON arasında yapılan protokol oybirliğiyle kabul edildi.

Böylece 10 yılı aşkın süredir evlerini bekleyen hak sahiplerinin olduğu ve tamamen kilitlenmiş kentsel dönüşüm süreçlerini tekrar başlatmış olduk. Diğer taraftan bazı kentsel dönüşüm ihalelerine İZBETON şirketini sokarak, müteahhitleri ihaleye girmeye teşvik ettik.

Örneğin Ege Mahallesi 1. Etap, Örnekköy 2. Etap, 5. Etap ve Gaziemir Aktepe- Emrez 2. Etap kentsel dönüşüm alanları ihalelerine İZBETON’u soktuk ve ihaleler müteahhitler üzerinde kaldı.

Görev sürem içerisinde, önceki dönem başlayan Uzundere 2. Etap ve Örnekköy 1. Etap inşaatlarını tamamladık.

İhalesini gerçekleştirdiğimiz Örnekköy 2. Etabın da inşaatını başlatıp bitirdik ve hak sahipleri güvenli konutlarına geçtiler.

Toplam 1150 anahtar teslimi gerçekleştirdik, 1575 bağımsız birimin imalatı müteahhitler eliyle bu kapsamda devam ediyor.

Depremden sonra çaresiz kalan binlerce orta hasarlı binanın yıkılıp yeniden yapılmasını mümkün kılacak bir kooperatifçilik modelini “Halk Konut”u o günlerde hayata geçirdik.

Türkiye’de ilk defa bina ölçeğinde dönüşümü başlattığımız bu model ile kooperatifleşen bina sakinleri kendi evlerinin dönüşümünü sağlayabildiler. 1350 ailenin kooperatifleştiği bu modelde son olarak geçtiğimiz hafta 120 aile yeni binalarının inşaatını tamamladı. 2025 sonunda 5 kooperatif inşaatının da bitmesiyle 160 aile daha güvenli konutlarına yerleşecekler. “Halk Konut” projemiz 6 ülkede araştırmalara konu oldu. Bu ay başı, biz cezaevindeyken modelin tüm dünyada uygulanabilirliğini sağlamak için çalışan Japonya Yokohama Üniversitesinden araştırmacılar İzmir’e gelip incelemelerde bulundular.

Ortaya koyduğumuz başarı hikayesi, kentsel dönüşümde kooperatifçilik modelini uygulamamız konusunda bizi cesaretlendirmişti.

Bu Model her türlü hukuki tartışmaya rağmen, çok sağlam hukuki temeller üzerine oturan, müteahhit karını ortadan kaldıran, en düşük maliyetlerle inşaat yapılmasını mümkün kılan, şenaf, hesap sorulabilir, katılımcı, demokratik bir modeldir.

Bu modelin; inşaatlardaki gecikmeler ya da hak sahiplerine yapılan kira ödemelerinin kamu zararına sebep olması gerekçe gösterilerek suçlanması, itibarsızlaştırılması memleketimizin ve şehrimizin gerçekleriyle bağdaşmayacaktır.

Depreme dirençli bir kent, depreme dirençli bir ülke yaratmak için verilmesi gereken mücadeleyi zayıflatacaktır.

Bu model bazı sorulara cevap aradığım için ortaya çıkmıştır. Kendi kendime sorduğum bu soruları sizlerle de paylaşmak istiyorum.

Birinci soru - 1 - İzmir nüfusunun %70’inin yani yaklaşık 670 bin binada yaşayan insanın depreme dayanıksız konutlarda yaşadığını bile bile, TOKİ’nin yaptığı 5-6 bin konutla teselli bulup bir kenara mı çekilseydik?

Burada bir parantez açmak isterim.
Sayın Cumhurbaşkanı’nı yanlış bilgilendirmişler. TOKİ’yi geçmek iddiasıyla bu işe kalkıştığımızı ifade etti kendileri. Bu doğru değil.
Biz, bizden önce başlatılan ve bizim sorumluluğumuzda olan kentsel dönüşüm alanlarında tıkanmış bir süreci kooperatif modeliyle aşmaya çalıştık. Üzerimize düşeni, yani yasanın üzerimize yüklediği görevi hukuka uygun şekilde yapmaya çalıştık.

İkinci soru - 2 - Müteahhitlerin girmediği kentsel dönüşüm ihaleleri sonrasında “biz vazifemizi yaptık, girmedilerse ben ne yapayım” deyip arkamıza mı yaslansaydık?

Üçüncü soru - 3 - Fay hatlarının yerlerini değiştiremeyeceğimize göre, mutlaka bir gün yaşanacak bir büyük felakette on binlerce insanın ölmesini bir kadermiş gibi beklemeyi mi tercih etseydik?

Dördüncü soru - 4 - Bu tevekkül ve rehaveti bir kenara bırakıp; vatandaş, belediye, hükümet işbirliğiyle yeni, büyük, kapsayıcı çözümler üretmeye biz başlayalım dedik, demese miydik?

Sayın Mahkeme Heyet,;

Delil olarak mahkemenize ibraz ettiğim “Söz Verdik Yaptık” kitabında da göreceğiniz gibi, ben, göreve gelmeden önce vaat ettiklerimin %87’sini yapmakla gurur duyan bir başkan oldum.

Kentsel Dönüşüm de o vaatlerim arasındaydı ve 30 Ekim Depreminden sonra bu mesele çok daha büyük bir aciliyet ve önem kazandı. Göreve geldiğimde kentsel dönüşüm alanları olarak belirlenmiş yerlerde belediyenin ofisleri açılmış, projelerin çizimi, hazırlığı yapılmış, hak sahipleriyle uzlaşmalar başlamış durumdaydı.

Ancak 10 yıl önce başlayan bu çalışmalar müteahhitlerin karlı görmemeleri nedeniyle ihalelere girmedikleri için yürümüyordu. Kamuda devamlılık esas diyerek yeni alanlarda çalışmak yerine öncelikle mevcut alanlardaki sorunları çözmemiz gerektiğine karar verdim.

Çözüm için müteahhitlerle birçok görüşme yaptık, hatta mevcut projelerde meclis kararı alarak tadilat yapıp uzlaşma süreçlerini güncelledik ancak ihalelere giren yine de olmadı.

Kilitlenmiş kangren olmuş bu meseleyi çözmek için denenmemiş, yeni yaratıcı ve hukuka uygun çözümler bulmak zorundaydım ve bu nedenle elimi taşın altına sokmaya karar verdim.

Anlaşılan o ki; hukuk sistemimiz vaatlerini yerine getirmeyen seçilmişlerle, kamu yöneticilerine herhangi bir cezai sorumluluk yüklemiyor. Ama durumdan vazife çıkartıp, yeni yaratıcı yöntemler bulmaya gayret eden ve elini taşın altına sokanları anetmiyor.

Sayın Mahkeme Heyet,,

İddia makamının iddianamede ifade ettiği gibi, ben ve arkadaşlarım bu süreçlerde kişisel bir çıkar ya da menfaat elde etmedik. Kooperatif ortaklarına ya da üçüncü bir şahsa da menfaat sağlamadık.

Emniyet Müdürlüğü’nde; bana artarda sorulan onlarca ismi tanımadığımı söylemiştim. Daha sonra o isimlerin kooperatiflerin yöneticileri ya da onların iş verdiği şirket temsilcileri olduklarını söylediler.

Sayın Başkan; bu durumda ortaya şöyle bir tablo çıkıyor. Buraya özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum;

Ben İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olarak, Türkiye’nin birçok bakanlığından büyük bütçeye sahip büyükşehir belediyesinin ilgili daire başkanlarını, bürokratlarını aldatıyorum. Yetmiyor, büyükşehir meclis üyelerini aldatıyorum. Yetmiyor, Dünya Bankası, Fransız Kalkınma Ajansı gibi uluslararası finans kuruluşlarını aldatıyorum ve binlerce kişiyi, herkesin gözünün içine baka baka hile ve desise ile kandıracak bir tezgah, bir oyun kuruyorum.

Bu kadar çetrefilli ve alengirli bir oyunu kendim için de kurmuyorum, çünkü az önce söylediğim gibi iddianame “kişisel çıkar ve menfaat yok” diyor.

Peki bu oyunu kimin için kuruyorum? İşte orada büyük bir sorun var.!

Çünkü lehlerine dolandırıcılık yaptığım iddia edilen 3. kişilerle hiç tanışmamışız yani onları hiç tanımıyorum.

Bu durumda varsa dolandırıcılık suçu, bu suçun hangi maksatla, kimin için işlendiği sorusu cevapsız kalmıyor mu?

Bu sorunun cevabı yoksa bırakın hukuka uygunluğunu iddianın rasyonalitesinden söz edilebilir mi?

Sayın Başkan haddimi aştığımı düşünmeyiniz ama varsa böyle bir insanın, hapishaneye değil, tımarhaneye kapatılması gerekir.

Bizim bütün kastımız, başından itibaren büyük bir çıkmaza girmiş kentsel dönüşüm süreçlerini tamamlamaktı. Başka da bir derdimiz yoktu.

Oluşturduğumuz modelin uygulanmasında onu hayata geçirmeye gayret edenlerle onu engellemek isteyenler arasında çatışmalar ortaya çıktı. Bu çatışmalar hayata geçirmek isteyenlerin eksik ve kusurları ve engellemek isteyenlerin gücü ve kudreti nedeniyle büyüyerek buraya kadar taşındı.

Ancak içinde bulunduğumuz koşulların ağırlığını da göstermek için yine de birkaç rakam vermek isterim.

TÜİK inşaat maliyet endeksi verilerine göre 2024 yılında 2020 yılına göre inşaat maliyetleri %681 oranında artmış.

Çevre Şehircilik İklim Değişikliği Bakanlığının yayınladığı yapı yaklaşık birim maliyetleri ise %1047 oranında artmış.

Ekonomik krize paralel olarak başlayan savaşlar, pandemi, 6 Şubat depremi gibi olağanüstü gelişmelerin inşaatların hızını etkileyen sonuçlar ortaya çıkardığını vaat edilen tarihlerde sapmalara sebep olduğunu, dolayısıyla illiyet bağını ortadan kaldırdığını söylemek isterim.

Yani; bizim modelimizin eksiklerinden kusurlarından çok, inşaat birim maliyetlerinin 3 yılda 10 misli artmış olmasının ve yaşanan krizlerin gecikmeye sebep olduğu görmezden gelinemeyecek kadar açıktır.

Eğer projemizdeki gecikme ve aksaklık suç kabul edilecekse örneğin TOKİ’nin Aliağa’da, Zeytinburnu’nda, Tuzla’da başlattığı kentsel dönüşüm modellerinin çok daha uzun yıllara yayılan gecikmeleri göz önünde alındığında suçsuz kentsel dönüşüm sorumlusu bulmak imkansız hale gelebilir.

Sayın Başkan, Sayın Hakimler,

Uyguladığımız modeldeki asıl büyük mağduriyetler, inşaatların durdurulması nedeniyle doğmuştur.

31 Mart 2024 yerel seçimlerinde aday gösterilmemem sonrasında, yeni yönetim tarafından fiilen durdurulan ve nihayet Temmuz 2024’te sözde “Bakanlık Talimatı” nedeniyle tek taraflı olarak iptal edildiği bildirilerek kapısına zincir vurulan inşatlar, tamiri her geçen gün zorlaşan bir tablo yaratmaktadır.

Bakanlıkların yerel birimlerinin, belediyeler üzerinde bir hiyerarşik üstünlüğü yani bir emir-komuta zinciri yoktur. Her kurumun kendine özgü mevzuatı vardır.

Daha 2009’da Seferihisar’da belediye başkanlığımın ilk senesinde, Türkiye’de belediye eliyle ilk üretici pazarını açmaya karar verdiğimizde, ilgili bakanlık birimi, burada “vergi kaçağı” olur gerekçesiyle pazarı açamayacağımızı bildirmişti. Biz de araştırdık, çalıştık, hem hukuka hem kamu menfaatine uygun olduğunu düşünerek o pazarı açtık. İyi ki açmışız. Ardından Türkiye’nin her yerinde o pazarlar pıtrak gibi açılmaya başladı ve hem üreticimiz nefes aldı hem de tüketici en sağlıklı ürünlerle buluştu.

Daha sonra 15 yıllık belediye başkanlığı görevim sırasında özellikle imar konularında bakanlıklarla defalarca farklı görüşlere sahip olduk ve bazen uyarak bazen uymayarak kamu menfaatine ve hukuka uygun olduğunu düşündüğümüzü yapmaya devam ettik.

İnşaatların durdurulması ancak ve ancak mahkeme kararı ile olabilecekken; üstelik, İzbb Hukuk Müşavirliği’nin “devam edilmesinde hukuki bir engel olmadığını” belirten hukuki görüşü ortadayken, İzbb mevcut yönetimi, Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü’nün 1 yıl önceki yazısını gerekçe göstererek “Bakanlık talimatı” diyerek inşaatları durdurma kararı vermiştir.

Benim görev sürem bitene kadar hiçbir kooperatif yapılan protokoller, sözleşmeler ile ilgili hiçbir adli süreç başlatmadı. Ve görev sürem devam etseydi şuan bazılarında anahtar teslimi yapmış bazılarında sona yaklaşmış olacaktık.

Maalesef durdurma iradesi bir yandan kooperatif ortakları için bir hukuki kördüğüme dönüşürken bir yandan da örneğin Uzundere 3 ve 4 etaplarda 15 yıla uzanan mağduriyetlerin daha da uzaması anlamına gelmektedir.

Bu karanlık tablo karşısında yapılacak şey son derece net ve basittir;

İzBB, İZBETON ve kooperatifler yöneticileri değişse de kurumsal olarak mevcudiyetlerini korumaktadırlar. Meclis kararları ve protokoller varlıklarını sürdürmektedir. Bu nedenle süreçler devam ettirilmeli ve dönüşüm tamamlanmalıdır.

Sayın Başkan, Sayın Hakimler,

Kapitalizm, gelir dağılımındaki adaletsizliği akıl almaz boyutlara getirmiştir. Dünyanın ürettiği zenginliğin yarısından fazlası, yalnızca yüz kişiden az bir azınlığın elinde toplanmıştır.

Türkiye’de de orta sınıf kaybolmuş, milyonlar büyük ekonomik sıkıntılar çekerken çok küçük bir azınlık zenginliğini arttırmaya devam etmiştir.

Birleşmiş Milletler bu vahşi düzeni dizginlemek için adeta bir can simidi olarak gördüğü kooperatifçiliğe sarılmıştır. Çünkü kooperatifçilikte, küçük katılım payları birleşerek büyük kaynaklara dönüşür. Böylece yaratılan ekonomik düzenin denge unsurları haline gelir.

Halkın katılım paylarını birleştirerek, ekonominin öznesi haline gelmesine “ekonomik demokrasi” deniyor. Ekonomik demokraside kooperatifler halkın kendi kaderini ekonomik anlamda tayin edebileceği en güçlü dayanışma modellerinden biri oluyor. Kooperatiflerde tüm kararlar ortakların ortak kararı ile alınıyor, tüm kararlar her ortak tarafından denetlenebiliyor, her bir kararın hesabı sorulabiliyor.

Nitekim iddia konusu olan kooperatiflerde de bu denetim mekanizmaları işledi ve kooperatif genel kurulları yöneticilerini ibra etti.

Muhtemelen Sayın Cumhurbaşkanı da bugünkü konuşmasında kooperatifçiliğin neden bu kadar önemli olduğunu anlatacaktır.

Kooperatifçiliğe ve ekonomik demokrasiye içtenlikle inandığım için, hiç olmazsa yerelde refahın adil paylaşımına destek olabilmek adına; Ulaşımda kooperatifçilik demek olan İZTAŞIT modelini İzmir’in her ilçesine yaymaya gayret ettik, sokak toplayıcılarını kooperatifleştirerek güçlendirdik, kadınların kooperatiflere katılımını destekledik, tarımda kooperatiflere verilen desteği mümkün olan en üst seviyelere çıkarttık.

Sayın Başkan, Sayın Hakimler,

Sözlerimi bitirmeden önce, kentsel dönüşüm ve konut kooperatifçiliğinin geleceği ile ilgili birkaç hususu daha takdirinize sunmak isterim.

Sadece İzmir’de 670.000 bina mevcut yönetmeliklere göre depreme dayanıksız.

Bu duruma başat olarak insanlar giderek yoksullaşıyor. Emeklilikte ev sahibi olmak hayali giderek kayboluyor. Nitelikli, güvenli konutlara erişim sadece küçük bir azınlığın ayrıcalığına dönüşüyor.

Maalesef küresel bir kriz haline gelen barınma hakkı konutun bir yatırım aracına dönüşmesiyle artık en öncelikle ele alınması gereken sorunlardan biri haline gelmiştir.

Türkiye’nin %70’den fazlası asgari ücret veya altında bir ücretle hayatını sürdürüyor.

Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın geçen ay tanıtımını yaparak başlattığı Damla Kent Konutları Gayrimenkul Sertifikası projesi var. Bilmiyorum duydunuz mu? 1+1 67 m2 bir konutun fiyatı 4.8 milyon lira. Yani asgari ücretli bir vatandaşın böyle bir ev sahibi olabilmesi için 18 yıl maaşının tamamını son kuruşuna kadar buraya yatırması gerekiyor.

Kaldı ki; O paranın da biraz ne olacağı meçhul galiba çünkü 1 ay önce borsada halka arz edilen gayrimenkul sertifikası birim fiyatı 7,59’du, 1 ay içinde 6 liranın altına düştü.

Tekrar başa dönersek, bu ülkenin nüfusunun en az %70’i için 1+1 bir kulübe bile erişilemez durumda. Bu sorun artık hiçbir kurumun tek başına çözüm üretemeyeceği bir noktaya erişmiştir.

Bu nedenle Devletin, hükümetin ilgili birimlerinin, belediyelerin, meslek odalarının, sivil toplum kuruluşlarının ve toplumun öz gücünü ortaya çıkartacak kooperatiflerin ortak bir irade ile buluşması ve ortak kaynak havuzları oluşturmaları gerekmektedir.

Bu büyük mutabakatı mümkün kılacak yasal düzenlemeler ve söz konusu kaynak havuzları yaratılmazsa toplu intihar ya da toplu katliam denilebilecek sonuçlardan kaçınmak mümkün olmayacaktır.

Sayın Başkan, Sayın Hak,mler, Sözlerimin sonuna geldim

İçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişliğinin 31/07/2024 tarih ve 51/8 sayılı raporun sonuç bölümünde kooperatifler ile yapılan sözleşmelerde İZBETON AŞ’ye III. Etap’tan 4 tane, IV. Etaptan ise 2 daire bırakıldığı, İZBETON AŞ’nin bu işten herhangi bir kârının olmamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu (İddianame syf 68i ifade ediliyor.

İZBETON’un bir belediye şirketi olarak kar amacı gütmeden kamusal hizmet üretmesinin hukuka uygunluğu bir tarafa;

Müfettişlerin ve benim hayatın olağan akışına bakışımızın çok farklı olduğunu anlıyorum. Ben bugün dünyanın sürüklendiği olağan akışın hepimizi toplu halde trajik bir yere sürüklediğini düşünüyorum.

O nedenle;

Hayatın bahsedilen olağan akışına uygun davranmadım, çünkü o akışın yüzbinleri yıkıma götüreceğini gördüm.

Ve bu akışa seyirci kalınırsa, yoksulların, işçilerin, memurların, emeklilerin asla ev sahibi olamayacağını anladım.

Hayatın o olağan akışına uygum davransaydım ne İZBETON 6 daire için büyük yüklerin altına girerdi, ne de biz bugün hapiste olurduk.

Bazen hayatın olağan akışına karşı çıkmak suç sayılır. Hatta bazıları, o karşı çıkışlarının bedelini canlarıyla ödemişlerdir.

Örneğin 103 yıl önce; “Sen başla bitiren bulunur” diyerek işgalcilere ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin, hayatın olağan akışına uygun davransa, o kurşun da sıkılmayacak, kendisi de şehit olmayacaktı.

Ya da onun başlattığı direnişi zaferle bitiren hakkında idam fermanları çıkartılan Mustafa Kemal hayatın olağan akışına rıza gösterse bugün savunmalarımızı yunanca yapmak zorunda kalabilirdik.

Hayatın olağan akışına karşı çıkanlar genellikle o akışın hayatı nasıl kötü bir noktaya sürüklediğini görüp buna rıza göstermeyenler arasından çıkar. Rahatları kaçsa da suçlanacaklarını bilseler de o tutumlarından vazgeçmezler. Çünkü o karşı çıkışın sebebi olan vicdan ve onur kendi hayatlarından bile kıymetlidir.

“Evlat sana soyadımı miras bırakıyorum” diyen babamın izinde hep onurumu koruyarak ve vicdanımın sesini dinleyerek yaşadım.

15 yıllık belediye başkanlığım sırasında dev bütçeler yönettim, İzmir tarihinin en büyük yatırımı Buca Metrosunu ben başlattım. Hem de pandemi döneminde, yurtdışından 3,2 faizle 4 yıl geri ödemesiz 12 yıl vadeyle 4 bankayı bir araya getirip bir sendikasyon kredisi yaratarak 490 milyon euro getirdim. Bugünün parasıyla neredeyse 24 milyar lira ediyor.

Belediye bütçesinin %40’a yakınını her yıl yatırıma harcayarak, yurtdışından kaynak yaratarak 5 yıl içinde onlarca hizmeti kamuya kazandırdık. 1. Milyar euro yurtdışından düşük faizli yatırım finansmanı sağladık.

5 yılda hayata geçirdiğimiz yatırımların yaklaşık tutarı 2,1 milyar euro yani bugünkü kurla yaklaşık 102 milyar tl ediyor.

Aldığımız 700 üzeri otobüs, tamamladığımız metro ve tramvay inşaatları, açtığımız 5 fabrika bunlardan sadece bazıları...

Bu süreçlerde defalarca denetlendim soruşturuldum. Adeta mercekle kusur aranan tüm bu soruşturmaların hepsinden aklandım.

Ne aldatma kastı ne tek kuruş menfaat temini ile ilgili tek bir kusur, tek bir husus tespit edilemedi. Çünkü hayatım boyunca kimseyi aldatmadım, tek kuruş haksız menfaat elde etmedim, kimseye haksız menfaat sağlamadım.

Siyaseti de güç için değil insan için, bu memlekete hizmet için yaptım. Siyasetin hayatı dönüştürme sanatı olduğuna inandım, tek derdim bu kısacık hayatta iyi bir iz bırakmak ve bu memlekette faydalı olmaktı... Daima algı operasyonlarını, ayak oyunlarını yok sayarak ve daima cesur adımlar atarak yürüdüm. Asla mazeret üretmedim daima çözüm ürettim.

Anlayacağınız hiçbir zaman herkesin kafasındaki o siyasetçilerden biri olmadım.

Bu dava konusu süreçlerde de gizli saklı hiçbir şey yapmadım. Tüm süreçler Meclis’ten başlayarak herkesin gözü önünde gerçekleşti. Ne gizli kapaklı, ne de hakikate aykırı hiçbir şey söylemedim, yapmadım.

Kooperatif kurmaları için İzmir Ticaret Odası, Ege Bölgesi Sanayi Odası, İzmir Sanayici İş İnsanları Derneği gibi kurumsal yapıları teşvik ettim ama kooperatif yöneticilerinin, kurucularının büyük çoğunluğu hiç tanımadım, hiçbiriyle bir yakınlığım olmadı.

Benim aldığım aile terbiyesini, tertemiz geçmişimi bir kenara bırakın, aklı biraz çalışan insan, daha önce de söylediğim gibi; her şeyin bu kadar şenaf sürdürüldüğü, kooperatiflerin ayrıca tabi oldukları mevzuat nedeniyle incelendiği bir süreci dolandırıcılık yapmak için seçer mi?

Hayatım boyunca o kirli yolların zoruna da kolayına da ne tevessül ettim, ne tenezzül ettim.

Çünkü vicdani huzurun en yüce değer olduğuna inandım.

Hiçbir iyiliğin cezasız kalmayacağı söylenmesine rağmen, iyilikten vazgeçmedim, vazgeçmeyeceğim.

İzmir Büyükşehir Belediyesinin 5 yıl boyunca kaptanı bendim ve o gemiyi hiçbir zaman yanlış sulara sokmadım. İZBETON’daki yol arkadaşlarım bana güvendiler, ben de onların güvenini boşa çıkartacak hiçbir şey yapmadım.

Bugün yargılanan bizler, bu davada zerre kadar kusuru olmayan her biri birbirinden kıymetli tertemiz, onurlu arkadaşlarım, tarihte suçlu olarak değil, vicdanlı, cesur öncüler olarak yerimizi alacağız.

Alacağınız kararda sizlere de vicdan huzuru diliyorum. Saygılarımı arz ediyorum.

Soracağınız her soruyu yanıtlamaya hazırım.