Çıray, “Aslında, tanıklık ve tahammül etmek zorunda bırakıldığımız şey tam bir sosyoekonomik buhrandır. Bu buhranı gizlemek için adı konmamış bir yayın yasağı uygulanıyor ancak mızrak, sosyal medyaya da sığmıyor. Sokak röportajları yapan “YouTuber”lar da tutuklanıyorlar çünkü bir mikrofon, bir kamerayla milyar dolarlık yandaş medyanızı yendiler. Ekonomik ve sosyal krizin etkileri koca bir toplumu adeta çıldırmanın eşiğine getirmişse içinde bulunduğumuz durumun adını doğru koymaya mecburuz. Biz, ekonomik tabanlı bir sosyal buhranın nedeni olan rejim ve devletsizlik krizinden geçiyoruz” dedi.

Çıray’ın açıklamaları şöyle:
“Ağır buhranlar elbette bir anda ortaya çıkmazlar; onlar ya kötü yönetimlerin veya kötülük yönetimlerinin sonucu olarak zamanla ortaya çıkarlar, başarısız aksiyonlara verilen zincirleme reaksiyonlar toplamıdırlar. Kötü yönetimler, dar çıkarların peşindeki bilgisiz ve liyakatsiz kadroların eseridir. Yirmi yıllık AKP iktidarları bu manada, şüphesiz, kötü değil, çok kötü bir yönetimdir ancak arkadaşlar, bu yönetimin asıl niteliği, cumhuriyetin kurucu ruhundan her anlamda rövanş almaya kilitlenmiş, varlık sebebini Ebedî Kurucumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk nefreti üzerine inşa eden topyekûn bir zulüm ve kötülük yönetimi olmasıdır. Tayyip Bey’i “Yüce Allah’ımızın -haşa- bütün vasıflarını üzerinde toplamış bir lider.” diye tanımlayacak kadar iman ve basiretlerini kaybetmiş, cumhuriyet nefretini “Altı yüz yıllık imparatorluğun doksan yıllık reklam arası.” diye kusanların göz dönmüş hırs ve ihtirasla, sonsuz bir biat içindeki kötülük yönetimiyle karşı karşıyayız. Kötülük yönetimleri işte bu yüzden önce çeşitli alanlarda bir dizi kriz, sonunda da buhran üretirler. Ve gün gelir ne seçimlerin sağlığını bozacak komplo ve entrikalar ne üzerinde hâkimiyet kurdukları medya ne istedikleri gibi kullandıkları devlet organları ne sosyal medyayı boğma teşebbüsleri ne de ezip fakirleştirdikleri kesimlerin ağızlarına bir parmak bal çalmalar artık hiçbir işe yaramaz.

Pençesinde millet olarak kıvrandığımız bu buhran, ekonomik krizlerden farklı olarak çok cepheli ve çok boyutludur. Yaşadığımız, kötü yönetimden kaynaklanan basit bir ödemeler dengesi açığı olsaydı klasik bir ekonomik istikrar paketiyle krizi kolayca aşar, sıkıntıları kısa sürede geride bırakırdık; ama maalesef değil. Biz, ucube rejimin fıtratı gereği üretmesi kaçınılmaz olan bir buhranın içindeyiz. Bunun en büyük kanıtı bu bütçe görüşmeleriyle açığa çıkan Meclisimizin içler acısı durumudur. Meseleyi anlamak için bütçe çalışmalarını Meclisimizde modern demokrasilere yakışan bir ciddiyetle yapıldığı 1966 senesine gitmek istiyoruz. Başbakan, Adalet Partisini yüzde 53 gibi muhteşem bir zaferle iktidara taşımış Süleyman Demirel. Demirel, 1966 bütçesi görüşmelerinde tam 3 kez konuşuyor. O konuşmaları okuyunca liyakat nedir anlıyorsunuz, fikri zenginlik nedir görüyorsunuz, Meclis nasıl yüceltilir, muhalefetin bütçeye yönelik eleştirilerine derin bir hukuk ve saygıyla nasıl cevap verilir idrak ediyorsunuz. İkinci konuşmayı on bir gün sonra 27 Şubat 1966 tarihinde yapıyor, bu konuşma bütçe görüşmelerinin tümü üzerinde. Aynı yüksek seviye, Meclisteki bütün partilere ve vekillere aynı saygı, muhalefet çıktığı zaman burada bizim konuşmalarımızdan korkup kaçan bir iktidar değil, korkup kaçan bir iktidar. Ve bunun sonucu ne? Yüzde 7 kalkınma hızı, yüzde 5 enflasyon, hayal bile edemezsiniz, hayaliniz yetmez hayaliniz. Ve sanayileşme. Şimdi, aziz arkadaşlarım, demek ki nereden nereye; bir tarafta ta elli beş yıl önce tam 3 kez kürsüye çıkarak kendisinin de milletvekili olarak bir parçası olduğu yüce Meclisin bütçe hakkına saygı duyan bir başbakan, diğer tarafta şaibeli bir referandum sonucunda, 2018 seçimleriyle tesis edilmiş, dünya siyasi garabetler tarihindeki mümtaz yerini çoktan almış, Sayın Akşener’in “Ucubenin ucubesi.” dediği bir rejimde bütçesinin açıklamak ve savunmak adına bir kere dahi kürsüye çıkmayan bir Cumhurbaşkanı. Farklılığa bakar mısınız?

CHP'li Yücel'den sandık çağırısı: oyunuza sahip çıkın CHP'li Yücel'den sandık çağırısı: oyunuza sahip çıkın

Tayyip Bey üç yıldır bütçe görüşmelerinde kabinesindeki Bakanları konuşturuyor, 2019 Bütçe Kanunu görüşmelerinde damadı Berat Albayrak sahne almıştı. Albayrak 2020 Kasımında görevden affedilince bu görevi son iki yıldır Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Fuat Oktay üstlendi. Üstelik, bu yıl görüntü çok daha dramatikti, Sayın Oktay Cumhurbaşkanı adına 2022 bütçe sunuşunu yaparken Cumhurbaşkanı Katar’a uçuş öncesinde gazetecilere açıklama yaparak dikkatleri Meclisten kendisine çekti. Soruyorum: Tek insan konumundaki bir Cumhurbaşkanı neden ve nasıl olur da bütçe görüşmelerinde açılış konuşması yapmaz? Kendisini Meclisin çok üstünde gördüğü için mi? Başta kendi milletvekilleri olmak üzere milletin yüce çatısı altında görevlerini icra eden milletvekillerini bir piyon yerine koyduğu için veya bir kibir patlamasıyla gizlenmeye çalışılan öz yetersizlik duygusu mu yaşıyor? “Faiz sebep, enflasyon sonuç.” gibi iktisat bilimine aykırı sayıklamalardan öteye söyleyecek sözü yok mu? Yoksa kendisini Birleşik Arap Emirlikleri’nin Prensi hakkındaki iddialarından vazgeçmek, Katar Emirinin kapısına gitmek zorunda bırakan buhran yüzünden ortada açıklayıp savunabileceği bir bütçe filan olmayışı nedeniyle mi konuşamıyor? Gerçi konuşsa ne diyecek? Bu bütçe Meclise sunulduğu andan itibaren eridi. Daha fecisi bulunduğumuz an itibarıyla dolar kurundaki artış bu erimeyi üçte 1’in dahi üzerine çıkardı. Bu kadar büyük bir sapma ki esasen ortada üzerinde konuşmaya değer bir bütçe yok, bütçe yok!

Bütçe neredeyse yok hükmünde de bütçe görüşmelerinde içlerinden birçoğunun milletin vekillerine saygısızlık ve kabalık ettikleri, bakan adını taşıyanlardan müteşekkil Cumhurbaşkanlığı kabinesi var mı? Cumhurbaşkanlığı kabinesi yok. Yüksek sesle tekrar edeyim, Cumhurbaşkanlığı kabinesi diye bir kabine anayasal olarak yok, yok, yok! Bu sözleri siyaseten söylerken tabii ki arkamı 16 Nisan 2017 referandumunun hukuki mahiyetinin ipliğini pazara çıkaran anayasa hukuku duayeni Kemal Gözler gibi bir bilim adamına dayıyorum. “Cumhurbaşkanlığı kabinesi, var mı böyle bir şey?” başlıklı makalesinde ne diyor aziz anayasa hukukçumuz? “Şu anki hâliyle Cumhurbaşkanlığı kabinesi anayasal, yasal ve hatta kararnamesel olarak dayanaktan yoksundur.” diyor. Yani kendilerini parlamenter hükûmetteki Bakanlar Kurulundaki bakanların muadili sayan bu arkadaşlar aslında Anayasa olarak yok hükmündeler. Buradan elbette çok önemli siyasi ve sosyal sonuçlar çıkacaktır ama şimdi bunları anlatmaya vaktim yok; günü gelince sizlere bunları da anlatacağız.